Yayınlanma: Perşembe, 01 Mart 2012 16:39 | Neriman Cahit tarafından yazıldı. |
Mezardaki görüntü 16.2 (tabak 40), bir avcılık sahnesini gösterir. Bir köşede, köpeğe benzeyen bir hayvan, köpeğe benzeyen başka bir hayvanla, arkadan çiftleşmektedir. Bu, mezarda resmedilen tek seks eylemidir. Bu da, bu seks eyleminin neden resmedildiği sorusunu gündeme getirir. Görüntünün daha altındaki çiftleşen, küçük hayvanlar çifti, göze çarpacak bir şekilde gösterilmemiştir. Ve, bunları gözden kaçırmak kolaydır. Bunlar, ağır bir şekilde ‘homoerotik’ olan mezara, özellikle bir dölleyicilik delili eklemezler. Belki de, iki mezar sahibinin tercih ettiği cinsel ilişki çeşidinin mütevazi ya da komik bir simgesidir… Hayvanlar, uzun zamandır, cinsiyet karışıklığının sembolü olan sırtlan ya da Seth’i temsil etmek için en sık kullanılan hayvan olan ‘çakal’ olabilir.
Bu mezar sahiplerinin ilişkisinin geleneksel yorumu, onların, erkek kardeş olduklarıdır: Bu mezar için de poz veren bir aile görüntüsünün çizimine dayanır. (Tabak 30) Sıra halinde on kişi resmedilmiştir. Önde, bir adam ve adamı kucaklayan bir kadın vardır. Daha sonra, iki adam, üç kadın ve üç erkek daha sıralanmaktadır. En son, iki adam, sırasıyla: Niankhkhnum ve Khnumhotep’tir.
Resmedilen tüm kişilerin sol elleri, ilk kadın (tahminen anne) ve Khnumhotep hariç, kalplerinin üzerindedir. Son söylenilen iki kişi, önlerindeki erkeklere sevgi ile dokunuyorlar… Kadın, sol koluyla kocasını sarıyor ve Khnumhotep, Niankhnum’un sağ elini sol eliyle tutuyor. Mısırolglar, açıkça, heteroseksizmlerinden dolayı, Khnumhotep’in,bu aile sahnesinde, kardeşlerden biri olarak değil, bir eş olarak temsil edildiğini görememişlerdir.
Bu mezar hakkında daha fazla bilgi ve resimler ve Eski Mısır’da homoseksüelliğin diğer durumları için Greg Reeder’in internet sitesine bakın: (www.egyp.tology.com.)
- (Belgeyi veren: Dr. Rifat Siber ve
- Tercümeyi yapan: İbrahim Gürsel’e teşekkürlerimizle… N.C)
CİNSEL YASAKLARIN KÖKENİ
Aynı konuları tekrar tekrar düşünmek… Tekrar tekrar gündeme getirmek…Üstelik, dünyada artık pratiği bile geride kalmış bir konuda… Öyle bir konu ki… İşte gördük kaç kez sizlerle de paylaştık.. Neredeyse dünya kurulalı var olan…
Hâlâ tatmin olmayanlar için gelin tarihin geçmiş yapraklarına bir göz atalım… Ve,Samasatuslu Lukianos’un ünlü, “Yosmaların Sohbeti” adlı eserinden bazı bölümler aktaralım:
(…) Lesboslu Magila diye bir kadın, zengin bir kadınla birlikte yaşıyordu. Leaina adında genç bir kadın, geceyi geçirmek üzere, bu iki sevicinin evine gidiyor. İkisi de Leaina’yı heyecanla karşılayıp, kucaklayıp öpüyorlar, seviyorlar, okşuyorlar. Sonra Magina onu koynuna alıyor… Leaina: “Güçlü kuvvetli, Levent gibi bir erkekle yatmıştım sanki.” diyor.
‘Magila’, kadın adı olduğu için, adını beğenmez, kullandırmazmış; kendini ‘Magilo’diye çağırtırmış. Leaina’ya şöyle demiş: “Benim adım Magilo’dur, Demennossa ile evliyim, benim karımdır O.”
CİNSEL YASAKLARIN KÖKENİ…
Neredeyse çoğumuzun değil, hepimizin de bir konunun peşinden gidip, o konu ile ilgili gerçeklere ulaşmak gibi bir derdimiz yok… Ör: “Cinsel Yasakların Kökeni”konusunda kaçımız ve ne kadarını biliyoruz… Örneğin:
“Cinsel yasakların Kökeni eski Filistinde’dir.” Ve, eşcinsellik, Mezopotamya uygarlıklarında, Eski Mısır’da, eski Yunan ve Roma’da da görülüyor; hatta, bu sonuncularla, ‘toplumsal sisteme’ dönüşmüş denebilir. Yasak olduğu tek öğreti –Müsevilik Öğretisi – Müsevilikten esinlenen ‘Hristiyanlık ve Müslümanlık’ta da aynı yasaklar bulunmaktadır; ancak, Arapların, ‘Harem Kurumu’ nu gözden çıkaramayışlarını da düşünerek bazı savunmalar yapıyorlarsa da, bu konuda,‘Gılgamış Destanı’ çok somut ve sağlam veriler sunmaktadır… ki, buna dayanarak, ‘Mezopotamya Uygarlığı’nda’ eşcinselliğin tam anlamıyla yaşandığı’ kanıtlanıyor!
Gılgamış, sıradan bir adam değil, basbayağı bir kral… Ve, bir gece, garip bir düş görüyor: Bir adam gökten bir meteor gibi yere düşüyor; Gılgamış onu bir ‘dişi gibi’kucaklıyor: Bu, Engidu’dur…
“Soğukta insanı sıcak tutmayan
bir örtüsün sen!
Rüzgarı tutamayıp savrulan bir kapısın!
Bir tuzaksın içinde türlü hainlik barındıran!”
Bu acı sözler, Gılgamış’ın, kendisine vurulan ‘Tanrıça Piştar’a söyledikleriymiş. Çok ilginç: ‘Gılgamış’la – Engidu’, öylesine sıkı bir ilişki içindedirler ki; Tanrıça Piştar’ın sevdasını reddediyor Gılgamış! Bu yüzden de başlarına gelmedik bir bela kalmıyor!
KONU ŞU Kİ
Sorunu, o süreçte, bizim gibi ortaya koymuyorlarmış. Bir kere, aynı cinsten kişilerin arasındaki aşkı… neredeyse, ‘sahici aşk’ diye almışlar ve değer yargıları da ona göre oluşmuş. Ör: Platon diyor ki:
“Belki de barbarlar, oğlanlara duyduğumuz büyük yakınlığı kınamaya yeltenirler.Tıpkı beden eğitimini ve bilim sevgimizi baltalamaya çalıştıkları gibi… oğlanlara duyduğumuz ‘büyülü sevgiyi’ de yasaklamaya çalışırlar… Bunun nedenini, zorba barbarların bütün uygarca şeyleri yasaklama eğiliminde aramak gerek!”
***
Bir örnek daha: Solon eşcinseldi, Psistratus diye bir oğlana tutkundu.Temistokles ile Alkibidiades, sevdikleri bir delikanlı için çatışmışlardır. Ünlü söylevci Demosthenes, süslü şallar, ince işlemeli giysilerle dolaşmayı severmiş. Giyimlerini, ‘kadın giysilerine’benzetenler çokmuş.
Ya, Sophokles?… Ya Euripides?…
***
Bakın, ‘Xenefon’ bir meninde tarihe nasıl not düşüyor:
“(…) Eski İsparta’da eşcinsellik, “eğitim Sistemine’ bile sokulmuş, bir eğitim dalı haline gelmiştir. Hükümet, bu türden aşkları koşullara bağlamıştır. Sözgelişi: Ispartalı bir soylu genç, kendisine bir aşık edinmezse cezalandırılırdı! Onun gibi, varlıklı bir aşığı, yoksul fakat dürüst bir erkeğe yeğleyen yakışıklı bir oğlan cezayı yerdi…Bütün sevgi gösterileri – en içli dışlı ilişkiler bile – yasalarla onaylanmıştı…
De’de’ye göre, Atina, aslında yüksek eşcinselliğin başkenti – hem, öyle bir çoklarının sandığı gibi duygusal düzeyde bir eşcinsellik değil bu, basbayağı bedensel ve somut bir şey…
Ve,savlarına, Raymond da Becker’i tanık gösteriyor:
“(…) Aslında, Atina’da eşcinsellik, sadece, özgür vatandaşlara özgüydü;kölelerin, bu tür ilişkilere girmesi yasalarla önlenmişti. Yalnız, özgür erkekler arasındaki aşkın, sadece duygusal olduğunu düşünmek, safdillik olur. O çağın Grek dünyasında görülen eşcinselliğin ülkücülükle de bir ilgisi yoktur (…) Eski Yunanistan’da ‘erkek fahişeliği’ yaygın durumdaydı… o kadar ki, meslekten sayılıyor ve yapanların devlete vergi ödemesi gerekiyordu…
Caesar’ın da eşcinsel olacağı hiç aklınıza gelmiş miydi… Ya, şu söylem: “Caesar, bütün kadınların kocası, bütün kocaların da karısıdır.”
***
Tarihsel gerçekliğin altını biraz daha çizmeye ne dersiniz:
“Fransa tarihinde yeri olan Kral III. Henri, ömrünün bir döneminde kendini erkekten çok kadın sayan biri… Bütün okul kitaplarında, onun, sarayını nasıl ‘mignon’ adı verilen içoğlanları ile doldurduğu yazılıdır.
VE YAZARLAR…
Gerek Doğu gerekse Batı’da bu konuda pek de sınır tanımayan eşcinsellerin arasında tanınmış yazarlar da var. Hem de çok sayıda… Ör: “Benden sonra, benim sayemde, insanların kendilerini daha mutlu daha özgür ve daha mükemmel duyacaklarını düşünmek, gönlümü hoş ediyor.” diye not düşen bir Andre Gide ve, bunu bir arkadaşından duyunca, gözlerini aça aça şunları söyleyen Şait Faik:
“Sen ne diyorsun yahu, Andre Gide’i okuyuncaya kadar, kendimi bir hilkat garibesi sayıyordum ben!”
Ör: Marcel Proust, Jean Cocteau, Arthur Rimbaud, Paul Verlaine ve daha niceleri… Kadınlardan, Ör: Midilli’de yaşamış çok parlak bir kadın ozan: Sappho, George Sand, Renee Vivien, Colettee.
***
İlginç birkaç örnek daha: Sakallı Kraliçe Hocepsut
Yirmi yıl Mısır’a hükmeden, hareminde yüzlerce kadın bulunduran ve onlarla büyük aşklar yaşayan bir Kraliçe… Dikilmiş anıtlarında dahi erkek kılığında görünüyormuş…
Tarihçe Heredot, Babil ve Asur Tapınaklarındaki sevici fahişelerden söz eder… Hamurabi Yasalarında kadınlar arası aşkı yasaklayan tek madde yoktur. O pek ünlü Kraliçe Semiramis’e gelince, o da, Kraliçe Haçepsut gibi kadından çok ‘erkek gibi’ sayılıyor.
Ve, Fenikeliler. Ya onlar… Onların, Astarte yani, ‘Ay Dini’, kadınlara, kendi aralarında sevişmek serbestisini tanıyordu… Ama,
Tarihteki en ilginç kadın topluluğu Amazonlardır; hani, ‘at üstünde yaşayan…’ iyi ok atabilsinler diye sol göğüslerini demirle dağlayıp yok eden kadınlar… Bu kadınlar, ‘erkekleri, sadece çoğalmak için kullanmaları ve çocukları ‘erkek doğarsa’, ya doğar doğmaz öldürmeleri ya da yabancılara ‘köle’ diye satmaları… ki, böylece toplulukları sadece ‘anaerkil’ bir temel üzerinde gelişebiliyor… Ve, ‘aşk da’ sadece ve elbette‘kadınlar arası’ bir nitelikte beliriyordu…
Hindistan’da ise – ünlü kitapları Kamasutra’ya göre:
“Haremdeki kadınlar sıkı sıkı gözaltında tutulduklarından, yabancı erkekleri ne görebiliyor ne de onlarla ilişkiye girebiliyorlardı. Tek kocaları da tümüne yetmediği için kendi aralarında çeşitli zevkler icat ederler, ör. dadılarının ya da arkadaşlarının kızlarını ya da çariyelerini erkek kılığına sokarlar sonra da onlarla sevişirlerdi…
OİDİPUS KOMPLEKSİ…
Oidipus’u ufacıkken bir ormana bırakmışlar. Orada büyümüş ve bir gün, şehre gitmek isteyerek yola çıkmış. Yolda bir adamla çatışarak onu öldürmüş. Sonra da ülkenin kraliçesiyle evlenmiş… ama, öldürdüğü adamın babası Kral Laios, evlendiği kadının da annesi Kraliçe Jacoste olduğu meydana çıkınca: Kraliçe bunun üzerine intihar, Oidipus da gözlerini kör eder…
Dr. Freud için bu tragedyanın özü, her insanın kişiliğinde var… Kişiliğimiz, cinsel doğrultumuz, tutku ve saplantılarımız hep bir ‘mitos’ ile açıklanabilir:
“Doğan çocuk, ister kız ister oğlan, hayatının başlangıcında ikili bir ilişki içinde bulunuyor: Bir o var bir de annesi… Baba, sonradan araya giriyor ve tragedyanın üçgeni tamamlanıyor.
Çocuk, 3 yaşıyla 5 yaşı arasında, temel ikili ilişkisinde, cinsel yaşantısıyla ilgili‘Önemli bir kaydırma’ yapmaktadır… Özellikle de ‘kız çocuğu’ zira, oğlanın annesine düşkünlüğü, aşırı bir yüksekliğe ulaşırken, öteki, tutkusunun doğrultusunu değiştirmek… İkili ilişkisini babasıyla düzenlemek zorundadır: Yavaş yavaş oğlan için‘baba’, kız için anne ‘rakip’ oluyor demek… sonraki hırçınlıkların ve çekişmelerin derininde, bu ilk ‘suçluluk duygusu’ yatıyor; çünkü, bilerek – bilmeyerek, oğlan babasından, kız annesinden tiksindirmekte, onu silmeyi, ortadan kaldırmayı kurmaktadır.
Peki, bunların eşcinsellikle ilgisi mi…
Adres Kıbrıs
Comments are closed